28 Ağustos 2011 Pazar

subtitles - 4

"..planı olan bir adam gibi mi duruyorum? benim ne olduğumu biliyor musun, ben arabaları kovalayan köpek gibiyim! onları yakalasam bile ne yapacağımı bilemem.. anlarsın ya, ben sadece yaparım!.. ”  -joker..


(the dark knight, christopher nolan, 2008)

27 Ağustos 2011 Cumartesi

adını peggy koydum!

sürünerek tıslamadıkları ve kalın kıllı bacakları olmadığı sürece hayvanları severim. kalın kıllı bacaklardan kastım şahin k. değil, tarantula diye tabir edilen büyük örümcekler. şükür daha karşılaşmadım, allah da göstermesin, oyuncağıyla bile şakasını yapan arkadaşıma girişmişliğim var! neyse, anakrafobik muhabbetleri bir yana bırakalım.


adına "öğrenci evi" denilen sosyal mezbelede yaşadığım üniversite yıllarım boyunca birkaç kez hayvan bakma tecrübemiz oldu. henüz gözleri açılmamış halde iken anneleri ölen birkaç günlük kedi yavrularını yaşatma çabamızın olumlu sonuç vermemesi hala içimde yaradır. (hakikaten cebimizde kira parası yokken veterinerlere mi götürmedik, biberonla süt mü içirmedik, ama anne sütü alamadıkları için iki yavruyu birer hafta arayla kaybettik! rest in peace, alfa ve beta!)


bir sonraki misafirimiz dişi tüylü bir hemstır oldu. (hamster yazmayı sevmiyorum, bira markası gibi duruyor, hemstır iyidir) ev arkadaşım ulaş almış gelmiş bi yerden, içinde oyuncakları olan akvaryumvari kafesi ile birlikte. "zannedersem tek eksiğimiz hemstırdı hafız" diye düşündüm başta, ama allahtan zahmeti olan bi hayvan değil. kahverengi tüyleri o kadar kabarıktı ki, aynı "married with children"daki al bundy'nin permalı saçlı karısı peggy'i andırıyordu. bu yüzden ulaş'ın önerisiyle, adını (feriha değil) peggy koyduk.  


hayatımda bu kadar sersem hayvan görmedim, ver önüne dönen bir alet, bütün gün içinde koşa koşa döndürsün! ara sıra evin içinde dolaşmasına izin veriyoruz, zaten bi süre sonra komando gibi tırmanarak kafesten kaçmayı da öğrendi. koltukların, yatakların, tahtadan yapılmış olan her ne varsa tamamının dibini kemire kemire açıp, evi "kazı çalışması yapılan caddeye" çevirdi! ama diğer yandan bu kadar da tatlı bir şey olamaz. ver eline bi fıstık, geç karşısına, sanki elinden alacaklarmış gibi iki eliyle sıkı sıkı tutarak bıyıklarını oynata oynata yemesini seyret.


neyse peggy ile ev arkadaşlığımız kah sakin kah kavgalı (kiraya karışmazdı, ayriyeten bi kere bile bulaşıkları yıkadığını görmedim!) süredursun, kendisinin çiftleşme mevsimi de gelmiş, helal süt emmiş, kendi işinin, kafesinin ve oyuncaklarının sahibi olan bir erkek hemstırı peggy'e eş olarak aranmaya başlamıştık.



mutlu haber bir ilkbahar gecesi geldi. ev arkadaşlarım ulaş ve tamer (ikisi de denizcilik işletmeleri yönetiminde okuyordu, hatta daha sonra aynı bölümden emine de ev arkadaşımız oldu, demem o ki bu bölümü okuyanlar eşeysiz ürüyorlar sanırım, birken iki, ikiyken üç oluyorlar ve siz duruma uyandığınızda evde kabotaj bayramı kutlamaları yapılıyor oluyor!) okuldan arkadaşları ile bir ödevi yetiştirmek için grup çalışması halindeler, evde belki 15 kişi, gelen tabi birasıyla falan geliyor, ben de ortama uyup hem onlarla takılıyor, hem de ödev yapan bu kalabalığa içki, çerez, meyve servisi yapıyorum. (lan, böyle söyleyince de konsomatris gibi oldu!!)


neyse telefon geldi ulaş'a. bir arkadaşı, "yanımda şu an erkek bir hemstır var ve 5 dakika sonra sendeyim" demiş. hakikaten 5 dakika sonra da geldi, yanında müstakbel damat adayı ile. o saate kadar ödev için çalışmaktan kafası dönmüş bir sürü insan için de temaşa başladı. erkek hemstırı (ki peggy'nin kocasının adı olsa olsa "al" bundy olurdu, öyle de oldu) "oğlan bizim kız bizim" tadında, neredeyse sırtına vura vura kafese peggy'nin yanına bıraktık ve kafesin karşısında yerimizi aldık. aklımızca ikisi de çiftleşme dönemi içinde olan elemanların hemen birbirlerine yumulacağını umuyor ve bu hemstır pornosunu kaçırmak istemiyoruz! acınası patolojik halimizin iyice anlaşılması için tekrarlayayım, fotoğraf karesi gibi gözünüzün önüne getirin; kafeste bulunan hemstırlara, "belki çiftleşirler" diye ellerinde biralarla gözlerini dikip bakan bir oda dolusu vandal!!  (tamam kulağa öküzce geliyor ama n'apayım yalan mı söyleyeyim, yaşandı bunlar!)


neyse bizim hemstır couple bi baktılar, karşılarında bir sürü insan, korktular tabi. gaza getirmeye çalışıcı tezahüratlar da kar etmedi, "grey's anatomy" çakması "doktorlar" dizisindeki dr.kutsi'nin bakışları gibi boş boş bize baktılar ve hiçbir şey yapmadılar, millet de sıkıldı ve ödevine döndü. anladık ki "öyle herkes seyrederken" hemstırlar bile utanıyormuş! bi de insanoğlu hakikaten çok salak, hemstırı çiftleşirken görsen ne olacak?


her şeye rağmen güzel zamanlardı.. üzerinden tam 10 yıl geçmiş.. damat hemstır "al", bir süre sonra sahibine döndü, "peggy"i de bir yıl kadar sonra kaybettik! okullar bitti, herkes bi yerlere dağıldı, "ulaş" new york'ta, "tamer" istanbul'da, "emine" ingiltere'de şimdi. grey's anatomy bitti ama boş bakışlı "kutsi"nin oynadığı çakması hala sabah akşam yayında, "şahin k."dan ise haberim yok!

19 Ağustos 2011 Cuma

george "best"

"...1969 yılında alkolü ve kadınları bıraktım. hayatımın en kötü 20 dakikasıydı..."
"...bazı şeyleri çok özlüyorum. mesela kanada güzeli, ingiltere güzeli, dünya güzeli.." 
"...hatunlara, kumara, hızlı arabalara çok para harcadım. gerisini ise sadece çarçur ettim.."

(george best, 1946-2005)

 ingilizlerin unutulmaz oyuncusu (ki aslen kuzey irlanda'lıdır) george best'ten inciler okudunuz. hakkında "pele good, maradona better, george best" şeklinde şukela cümleler kurulan müstesna bir şahsiyetten bahsediyoruz.

özellikle united yılları kariyerinin zirve kısmını teşkil ettiğinden, manchester civarında "mesih" gibi saygı görür. (bobby charlton ve eric cantona ile birlikte kırmızı şeytanların taptığı 3 efsanevi oyuncudan biridir) çıplak gözle canlı seyretmeye yetişemedik, ama tüm dünya onun hem olağanüstü bir oyuncu, hem de özel yaşamı en renkli ve sansasyonel futbolcu olduğuna hemfikir. ada'da o kadar sevilir ki, ölümünden sonra belfast'taki uluslararası havaalanına" george best havaalanı" ismi verilmiştir.

kaybedenler kulübü filminde geçen bir replik güzeldir;

"GEORGE BEST'İ SEVMEYENLERİ KINIYORUZ!"

18 Ağustos 2011 Perşembe

belediye'den onaylı sokak müzisyeni!

beyoğlu belediyesi sokak müzisyenlerine yasak getiriyor. örneğin istiklal'de gitar çalmak isteyen biri, gidecek efendi gibi belediye'den onay belgesini alacak. "belediye'den onaylı sokak çalgıcısı!" çok afili oldu hakikaten!


"şikayet var" gibi bahaneler inandırıcı değil. bahsettiğimiz yer sultanbeyli değil, beyoğlu, istanbul'un turistik ve kültürel yüzü, en kalabalık, en eğlenceli yeri, adeta şehrin atan nabzı. hem allah aşkına, hangi normal insan, üç adım uzaklaştığında zaten sesini duyamayacağı sokak müzisyenlerinden, hem de şehrin en canlı ve işlek yaya caddesinde rahatsız olur ki? nasıl bir kafadır bu? 

durumun abukluğu sosyal medyada eleştiri konusu olunca beyoğlu belediye başkanı ahmet misbah demircan twitter'da açıklama yapma gereği duymuş. ama ne açıklama! öncelikle neredeyse memlekete sokak müzisyenliği kavramını seneler önce kendisinin getirdiği iddiasıyla (!) başlamış, neymiş, beş sene kadar önce kendilerinin izni ve teşvikiyle bu müzisyenler ortaya çıkmış. kendimi bildim bileli beyoğlu'nda, istiklal'de müzik yapan insanların olduğunu bilmesem diyeceğim ki; "vaay be, belediye başkanı değil, genç yeteneklerin elinden tutan bir müzik yapımcısı, beyoğlu'nun ahmet ertegün'ü!". sadece fatih akın'ın "crossing the bridge" filmini izleyenler bile başkanın bu iddiasının ne derece hayal ürünü olduğunu bilir. 

ancak en müthiş açıklamayı sona saklamış demircan; "MÜDAHALE YERİNDE VE ZAMANINDA OLMAZSA AKLINA GELEN ORKESTRA KURAR!" haklı adam! aklına gelen orkestra kurarsa ne olacak bu memleketin hali, nasıl sağlanacak düzen, intizam? bu toprakları dedelerimiz, gençler üzerinde şarkı söyleyip tepinsinler diye kurtarmadı düşmandan! bu memleketin üç-beş çapulcu gitariste, eli bagetli hain davulcuya verilecek bir karış toprağı yok!

o değil de ben belediye'nin sokak müzisyenlerine vereceği onay belgesi için isteyeceği belge ve arayacağı kıstasları da merak ettim şimdi. sabıka kaydı, ikametgah, sağlık raporu allah'ın emri vardır, bunlar olmadan marketten süt bile alamıyorsunuz bu ülkede! birisi onay belgesinin üzerine yapıştırmak için, rötuşsuz 2 adet vesikalık fotoğraf ve müzik aletinin üzerine vurulacak "görülmüştür" ibaresi için damga vergisi gibi fikirler geliyor aklıma ilk etapta.

aynı belediye'nin birkaç hafta önce asmalımescit'teki tüm mekanların dışarıdaki masalarını toplattığını da düşünürseniz, bir sonraki aşama istiklal'in taksim girişine ve sonundaki tünel tarafına iki adet kontrol noktası konulup insanlara alkol denetimi, saç-tırnak kontrolü yapmak olacak herhalde! ne güzel hakikaten; çeliktepe motor meslek lisesi müdürü olamayacak adamlar koskoca kentleri yönetiyor!

15 Ağustos 2011 Pazartesi

aylin aslım ve tekila!

insanın sevdiği, izlediği veya hayranlık duyduğu birisi karşısında yamulması çok can sıkıcı bir şey. doğal olarak daha çok gençlikte başa gelir. (hele ki "fanı olduğun sanatçı" ile tanışma anında saçmalayıp sıvamak kadar utanç veren şey yoktur!) 

seneler önceydi.. güzel bir ilkbahar gecesi.. dur ya böyle başlayınca samanyolu tv'deki "nur dünyası" dizisi girişi gibi oldu! (evet, rastlarsam kaçırmadan izliyorum) :)
neyse işte 5-6 sene kadar önce önce, bornova'da bi mekanda aylin aslım konserine gitmiştik. aylin aslım demişken bir parantez açmak gerekirse; kendisini ve müziğini ilk albümünden beri severim. bence evladiyelik olan ilk albümü "gelgit"te (ki diskografisindeki ev sevdiğim şarkı olan "bir gün" bu albümdedir, ahanda linkini de vereyim tam olsun; http://fizy.com/#s/1ai9ay) daha elektronik sulardayken, sonra tekrar -bir anlamda- kendi mecrasına dönüp daha sert soundlu albümler yayınladı. son albümü "canını seven kaçsın" ise -albümün geneli itibariyle- en sert ve cayır cayır albümü. 
 

kendisini herhalde 4-5 kez de sahnede izlemişimdir. her neyse bahse konu edeceğim konseri farklı kılacak olan şey ise, o konserde arzu diye bir arkadaşım da bizimleydi ve kendisi aynı zamanda aylin aslım'ın arkadaşı olduğundan konser sonrası beni tanıştıracağına söz vermişti. heyecanlıyım tabii, benim yaş 24-25 gibi olmalı o zamanlar ve tanıştığım ünlü sanatçılar başlıklı cv'mde "eskişehirli tatar prensimiz" mithat körler'den başka insan yok! aylin aslım'la tanışacak olmamın o zaman için önemini kavrayın!

ama önce sen bi önemini kavra da, insan ol, konser boyunca fazla içme di mi? yok, ben konserin ikinci yarısı ile birlikte seri tekila shot'lara başladım. aylin ve tayfası sahneyi cayır cayır yakarken, biz de kendimizi alkolle söndürüyoruz. o geceden içkiye dair hatırladığım son enstantene şu; tüm nakiti likite çevirdiğimizden, kankam halil ile birlikte barmene kredi kartından çektirerek shot'lara devam etmeye çalışıyoruz. hakikaten bravo!

tabi bizim ağzımız yüzümüz yamuldu, sarhoş insan kahrı çekmek zor iştir. çok yakınlarım olmadığı sürece ben bile nefret ederim. buna mukabil o gece halil'le adeta "ateşle yaklaşmayınız" ibaresiyle dolanıyoruz. 

neyse konser bitti, arzu beni kulise aylin aslım ile tanışmaya götürdü ama öyle bir haldeyim ki, bana; "nasa'nın mars'a gönderdiği keşif aracı opportunity arızalandı, git bi bak bakalım" deseler, alet çantasını alıp gitmeye çalışabilirim, o derece! 

neyse lafı uzatmayacağım, aylin aslım'la konuştuğumu hayal meyal hatırlıyorum ama o kadar. ertesi gün bana anlatılanlara göre; "sen türkiye'nin pj harvey'isin" demişim, hatta durmamış (duramamış!) "niye pj'den şarkı söylemiyorsun?" diye sormuşum! (sana ne!).  o da "ben de severim pj harvey'i, neden olmasın, söylerim belki" falan diyerek cevap vermiş. şimdi normal insanlar bu diyaloğu burada kapatır, bir iki güzel şey daha söyleyip sanatçıyı yalnız bırakırlar, ama sarhoşlar ve çocuklar normal değildir, ben de değildim o gece, saçmalamaya tam gaz devam ederek; "SÖZ MÜ? SÖZ VER! SÖYLEYECEK MİSİN, BAK 'GOOD FORTUNE' OLUR, 'A PLACE CALLED HOME OLUR', N'OLUR SÖYLE KONSERLERDE" diye yalvarmışım gerzek gibi! (hatırladıkça utanırım, sana ne lan embesil, mecbur mu hatun sivri zekalının biri istedi diye şarkı coverlamaya?)

allah'tan halden anlayan insanmış da bozmamış beni, ben olsam "gece gece sayıyla mı verdiler sizi bana" diye girişirdim! sanatçı duyarlılığı böyle birşey sanırım. arkadaşlar da çaktırmadan izin isteyip uzaklaştırmışlar beni ortamdan :) neyse işte böyle de bi anımdır, kendisini hala severim, dinlerim, izmir'de konserini yakaladım mı kaçırmam. 

bu saçma olayı anlatıp kendimi burada tekrar rezil etmemin sebebi ise; kendisinin rastladığım bir ropörtajını haber vermek. bilirsiniz bizde sanatçı takımı politik olaylara yorum yapmaktan kaçınırlar, yapacak olsalar da yaptıkları yorumlar "memleketim de memleketim" tarzı demagojik ve popülist saçmalıklardan ibaret olur. aşağıdaki ropörtaj, aylin aslım'ın bu anlamda da farklı birisi olduğunun göstergesi. kendisi bir yerlere yaranmaya çalışanlardan değil, gereken her mecraya karşı lafını sakınmayan bir aktivist. işte onu biraz da bu yüzden çok seviyoruz.. buyrun ropörtaj aşağıda;


yazının ana fikri; "tekilayı ağzınızla için!"

14 Ağustos 2011 Pazar

selanik izlenimleri - 2

selanik'teki 1 haftamızın önemli bölümü otelde geçti. atina palace hotel, lokasyonu bakımından normal zamanda turist olarak selanik'e gitseniz kalmak isteyeceğiniz bir otel değil. zira şehre uzak, allah'a ve havaalanına yakın! zaten o yüzden genelde müşteri profili; havaalanını transit kullanan yolcular, kamp yapan futbol takımları (ki biz oradayken bir rum takımı da konakladı) ve yine bizimki gibi düzenlenen eğitimlere gelenler. 


bir tam free day dışında her gün çeşit çeşit training'lerden geçtik. o nedenle öncelikle otelden başlamak gerekirse boş saatlerimizi ve akşamlarımızı genelde havuz mahallinde pinekleyerek ve yüzerek geçirdik. intercultural night oldu bir gece, türk ekibi olarak götürdüğümüz meyve şarapları büyük rağbet görürken, rakıya pek sulanan olmadı. her ülkenin standından (shot bab'ında) bir şeyler tatmak bizi zaten belli bir güzellikte kafaya ulaştırmıştı ki, eğitime ev sahipliği yapan united societies of balkans'ın başkanı aris'in parlak fikriyle o saatte havuz başında bir güzellik yarışması bile düzenlendi. kadınlarda milli gururumuz özge'nin ikinciliği elde ettiği yarışmanın erkekler kategorisinde klasik avrupa'lı ayak oyunları yine baş gösterdi ve eurovision'vari bir haksızlık sonucu (iskandinavlar, şey pardon balkanlar hep birbirine oy verdi kardeşim!!)  seko ve ben ilk üçe giremedik! (non official insider information from bülent özveren : ben kıl payı dördüncü olmuşum, valla bak!) :)) ehehehe, neyse..


selanik ise canlı ve güzel bir şehir. içinde hiçbir hareket olmayan durmuş metro inşaasına kadar izmir'in kopyası adeta. kordon'sa kordon. saat kulesine karşılık beyaz kule. kamara denilen şehir merkezinden denize inen sokaklar alsancak'vari. yani izmir ve selanik halklarını yer değiştir, kimse yerini yadırgamaz! bunun yanında selanik izmir'e göre çok daha az nüfuslu, günlük yaşamı daha sakin, amma velakin gece hayatı daha sağlam bir şehir. yunanistan batıyor ama esnafın umurunda değil, öğlen 3 olunca "bugünlük bu kadar yeter" deyip kapatıyor adam. yunanistan'da kriz değil miskinlik var, tam bana göre yani! 


bir de bizden farklı olarak tarihi eserlerine ve mimarilerine saygılılar. makedon evleri dedikleri, bizdeki cumbalı konak tarzı evlerle dolu şehir, metro inşaatlarında bile tarih fışkırıyor. bir de kiliseler tabii ki. irili ufaklı çok sayıda kilise var ve gönüllü rehberimiz kristina sağolsun hemen hepsini gezdirdi bize. 


Atatürk'ün doğduğu evi de ziyaret ettik tabii ki. türkiye başkonsolosluğu'nun da yanı başına inşa edildiği 3 katlı klasik makedon evlerinden biri, yunanlılar kemal's house olarak biliyorlar. (biliyorum böyle söyleyince olympos'ta bungalov camping ismi gibi duruyor ama adamlar böyle biliyor, ne yapalım!) bir de günün sonunda selanik'e tepeden bakan kaleye çıkarttılar bizi. o kadar yürüdük ki kaleye çıkana kadar aramızda kaybolanlar oldu, misal romen kafilesini yitirdik orada, tanrı onları korusun! ama yukarıya vardığımızda manzara olağanüstüydü. o yüzden gidenler bir şekilde (yürüyerek ya da otobüsle) kaleye çıkmadan dönmesin! 


bir de bir akşam hepimizi "önyargıları kırmak" bab'ında gay bar'a götürdüler. şahsen homofobik bir insan değilim, her türlü tercihe büyük saygım vardır ve bu konularda kırılacak bir ön yargım da yoktur ama, sonuç olarak daha önce böyle bir yere gitmemiştim. gözlem ve istişarelerimiz neticesinde şunu söyleyebilirim ki, selanik de amma çok gay varmış! başta onları kendi mekanlarında rahatsız etmişiz gibi bir süre ters ters baktılar bize ama sonra alıştılar. 


otelde son gecemiz (biz bir gün önce kaçtık, eğitimin son gününe kalamadık) önce hafta boyunca yapılan faaliyetler ve çekilen videoları izlemekle, devamında da havuz başında yayılmakla geçti. sabaha karşı 4 gibi ortak bir gaza gelme sonucu havuzu son kez şereflendirdik ve bu nedenle dönüş için istanbul uçağına bindiğimizde mayom henüz kurumamıştı!


sonuç olarak selanik gidilesi, görülesi, hatta yaşanası bir şehir. sonuçta bizler için de tarihi öneme sahip bir yer, 20 yıl arayla iki büyük insanın, önce mustafa kemal'in sonra da nazım hikmet'in doğumuna ev sahipliği yapmış bir şehirden söz ediyoruz.. kesinlikle tekrar görüşeceğiz selanik!

11 Ağustos 2011 Perşembe

selanik izlenimleri - 1

bir eğitim vesilesiyle selanik'te bulunduk 1 hafta, serkan, sezen ve özge ile birlikte. "ben bu olaylardan pek anlamam, ne eğitimi?" misali yeni gelin triplerim, seko'nun "yahu biz biliyoruz da mı oynuyoruz?" şeklindeki damat tarafı ataklarıyla bertaraf edilince boyun eğdim. sonuçta en azından ilk defa böyle bir eğitim deneyimi yaşamış olurum, hiçbir faydası olmasa bile fedon gibi yanık tenli ve rum aksanlı olarak dönerim diye kabul ettim.


yunan konsolosluğuna schengen için bir araba belge temin edip (hakikaten bir annemizin nikahını istemediler sağolsunlar!) vizeyi hallettikten sonra geçtiğimiz hafta pazartesi izmir'den atina'ya yollandık. aslında ilk plan, çeşme'den sakız adası'na gitmek, oradan da atina üzerinden selanik'e geçmekti ama fazlaca yorucu olacağını düşünerek bir günlük atina gezisini pre-training öncesi yeterli gördük.


atina'ya iner inmez yolculuğun tek tatsız hadisesi nedeniyle bir süre karakol-büyükelçilik nezdinde adli girişimlerde bulunmak zorunda kaldık. sadece şu kadarını söyleyeyim; metrolarda çantanıza cüzdanınıza sahip çıkın! 


sonrasında "kaderden kaçılmaz, şemsiye açılmaz" diyerek zevk almaya karar verdik! atina tipik bir başkent. ankara'nın güneşli ve sıcak halini düşün, öyle. bir ara kızılay'a, tunalı hilmi'ye çıkan sokaklarda olduğumuzu düşündüm. ama her köşede polis, barikat tarzı polis arabaları, vs. vardı. ekonomik kriz nedenli gösteriler dolayısıyla etraf aynasızlardan geçilmiyordu! (bilirsin dostum, kahrolası federaller!) 


neyse atina'yı yiyip bitirdikten sonra aynı gece trenle selanik'e geçiyoruz. tam 6,5 saat boyunca süren azabım başlıyor. grubun tek uyuyamayan üyesi olarak, kompartımandaki tüm kavga dövüşlere birebir şahit oluyorum. yunanistan'da trene binecek olanlar, şuna dikkat edin; trende ayrıca bir restoran kompartımanı yok! millet birasını içkisini alıp, yanınızda sağınızda solunuzda içip sarhoş olarak yolculuk ediyor. gürültü, patırtı, kavga eşliğinde sabah selanik'e ulaşıyoruz. 


sabah tren garı yakınında kahvaltı ettiğimiz yerin tezgahtarı türk ve eskişehir'li olduğumu öğrenince, es-es sayesinde bahisten para kazandığını söyleyerek kırmızı siyah formaya ve yeşil banknotlara olan gönül bağını dile getiriyor! yükler ağır olduğundan fazla oyalanmadan organizasyonun bizi alacağı selanik havaalanına yollanıyoruz. kütahya şehirlerarası otobüs terminalinden hallice olan selanik havaalanından otelin gönderdiği araca binip otele yollanıyoruz. klasik türk tezcanlılığı, ülke olarak tamamen ulaşan ilk grubuz. otele yerleşiyoruz, gün içinde makedonya, romanya, arnavutluk, sırbistan ve bulgaristan'dan gelen diğer katılımcılar da ulaşıyor. eğitmenler yunanlı. 


işte izmir'den başlayıp atina'da devam eden ve selanik'e ulaşmamızla sonuçlanan ilk tam günümüzün sonu. o gün tanışma ve kaynaşmanın ardından bir hafta sürecek olan eğitim ertesi gün başlıyor. o da bir sonraki yazıda. 


bir sonraki yazıda ; şok şok şok, türkler hangi mekanlarda görüldü? özge gider ayak son akşam nasıl yaralandı? arka odalarda neler oluyor? hangi ülkenin kızları daha güzel? serkan'dan "yeni başlayanlar için yunanca" hepsi ve daha fazlası burada olacak! :)

subtitles - 3

"...sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır; bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.."  
...
(erken kaybedenler, emrah serbes, 2009)