5 Kasım 2011 Cumartesi

subtitles - 6

"...trene bindik. vapur gibi hayatımda ilk defa trene biniyordum. bekçi amcanın kız kardeşinin evine geldik. üç katlı bir evin en üst katındaydı ev. 'bağır bağırabildiğin kadar, kimse seni duymaz' dedi, kız kardeş...'aptal be bu!' dedi benim için. 'sadece çocuk' dedi bekçi amca. 'ne olur canımı yakmayın' dedim ben de. 'kimi amcalar, ağabeyler senin gibi küçük kızları çok seviyorlar. kimi zaman severken onları, canlarını yakıyorlar. kötülükten değil yani.'


'allah bizi korur.' din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenimiz böyle söylerdi. allah'ın gönderdiği kitapların böyle yazdığını anlatırdı. tren geçtikçe titreyen o evde allah beni korumadı. bağırdım. kimse duymadı..."

(kirpiklerimin gölgesi, şebnem işigüzel, 2010)



genç düveler rahatsız!

öncelikle bkz. düve: "boğaya gelmemiş 2 yaşında dişi sığır" (tdk türkçe sözlük)

yıllık olağan "otoyolda boğa kovalama" dönemi açılmıştır, hayırlı olsun. yarın gene bol bol izleriz haberlerde. bunun benzerini ispanya'da pamplona'da yapıyorlar her sene ama orada boğalar insanları kovalıyorlar. ispanyollar boğa güreşlerinde uyguladıkları vahşetten ötürü boğalara yılın bir günü küçük bir rövanş imkanı olarak düşünmüş olsa gerek bunu, aklıma başka mantıklı bir izahı gelmedi!

zaten büyükbaş bir hayvan isen doğmaman gereken iki ülkeden biri  ispanya ise diğeri de türkiye'dir. eğer ki bu hayvanların kendi aralarında dergi falan çıkarabildiği sosyal bir iletişim ortamları olabilseydi seyahat ve gezi dergilerinin hiçbir bayram özel sayısında; "üç tarafı denizden bir cennet; türkiye!" konulu bir kapak göremeyeceğimize eminim! ya da mesela ileride başka bir dünyada, boğalar sürüler halinde ispanya'daki arenaları, bugün insanların auschwitz'i ziyaret ettikleri gibi acılarla yüzleşmek için gezebilir miydi? sanmam, ama "boğalar gezegeni" diye bir film çevrilir de "helena bonham carter" cv'sine maymun rolünden sonra düve rolünü de eklerse, en azından bu konularda bir fikir edinebiliriz.

riyakar davranmayacağım, et yerim ve bunu da severek yaparım. vejeteryanları ve hatta veganları anlayabiliyorum ve çok büyük saygı duyuyorum. hatta bazen gaza gelip "aslında olması gereken bu" diye de düşündüğüm olmuyor değil ama tam o anda aklıma şöyle yoğurtlu bir beyti sarma düşmesi tüm bu düşüncelerimin sonu oluyor!

ama et yemeyi seviyor olmamız, mübarek olduğu bildirilmiş olan bugünlerde bu hayvanların bu kadar vahşete varan şekil ve usullerde katlini de uygun bulmamızı gerektirmiyor. "helal kesim" denilen şeyin, hayvanın kanının yaşarken akıtılması" olduğunu biliyoruz, yani canlı canlı boğazının kesilmesinin dinen caiz olduğunu! bunun için birşey söylemeyeceğim çünkü işin içine inançlar, inanışlar da giriyor. uygulamanın, hayvan öldükten sonra kesilirse vücudunda kalacak kanın etin tadını bozması ve bunun da dinen uygun olmadığı esasına dayandığını da biliyorum. peki tüm bunlar, yerde debelene debelene boğazlanan bu hayvanlara uygulanan şeyin adını değiştiriyor mu?

ayrıca sevaptır diye her bayram kesilen bu hayvanlardan çıkan et, yenilmeyecek kadar, hatta konu komşuya bile dağıtılmayacak kadar çok olduğundan derin dondurucularda bir kaç hafta hatta ay istifleniyor. yenilmeyecek kadar çok et için hayvanların acı çektire çektire boğazlandığı günün bir bayram olarak kutlanması garip değil mi? sevap kazanmak ise, eminim 2 çocuğu giydirerek ve ceplerine harçlık koyarak da bunu yapabilirsiniz.

yoksa büyükbaşların avukatlığına (bull's advocate, bruno pacino) soyunmuş falan değilim, onlarla empati kurun falan da demiyorum, hindistan'daki kadar sosyal (ve hatta siyasi) haklar kazanmaları için çaba sarf ediyor da değilim. zaten yıllardır manasız boş boş bakışlarından ve saflıklarından ötürü "sığır gibi olmak", "öküzün trene bakması gibi bakmak" gibi betimlemelerde kullandık bu tosunları, bari acı çektirmeyelim. yoksa konu boş boş sığır gibi bakmak ise; bir saat boyunca aralıksız coldplay dinleyin, siz de aynı kıvama gelirsiniz!

herkese iyi bayramlar!