25 Aralık 2011 Pazar

yavuz & yavuzcan çetin

daha önce hiç video paylaşmamıştım burada. ama bu başka. ülkenin gelmiş geçmiş en büyük gitaristlerinden, blue blues band'ın gitaristi yavuz çetin'i 2001 yılında kaybetmiştik. hayatına kendi eliyle son verdiğinde henüz 31 yaşındaydı. ben ise üniversite son sınıftaydım, henüz yeni çıkmış olan harika albümü "satılık" walkman'imde döne döne aşınmıştı.

yavuz çetin öldüğünde 7 yaşında olan oğlu yavuzcan büyüdü, o da "armut dibine düşer" misali babası gibi büyük bir gitarist ve müzisyen olma yolunda.

dün gece okan bayülgen, televizyon programında pek çok gitar üstadını ağırlamış, aralarında gür akad, batu mutlugil, serdar öztop, cem köksal, asım can gündüz de olan o usta gitaristler de, programın bir yerinde -artık aralarında olmayan arkadaşları-  yavuz çetin'in "köle" şarkısını çalmışlar hep birlikte, hepsi sırayla birer solo atmışlar, aslan payını oğlu yavuzcan'a bırakarak. yavuzcan çetin, babasının şarkısının orta yerinde ona mükemmel bir solo gönderirken insan ne hissedeceğini bilemiyor.. lafı uzatmaya gerek yok, işte o anlar;


seneyi devirirken - vol.2

sene boyunca memleket sınırları dahilinde çıkan güzel hadiselerle, 2011'e dair tefrikamızın ikinci ve son kısmına geçiyoruz. ya da dur bi çay koyup öyle başlayayım. siz de üstünüze rahat bişeyler alın, geliyorum.

-bu senenin güzel albümleri ile başlayalım. melis danişmend'in ilk solo albümü her ne kadar 2010'un son günlerinde yayınlanmış olsa da, bütün etkilerini bu sene doğurduğundan onunla başlayabiliriz. "daha az renk" albümü, danişmend'in eski grubu üçnoktabir'in aksine son derece yumuşak bir sound'a sahip. sert değil, vokalin berraklığı öne çıkmış. "her şey normal", "kettle", "bin doz öfke" tam yorumcu şarkıları. bu sene izmir konserinde bulundum, albüm dışında sahnede söylediği cover'lar da muazzam. iyi şarkıları cover'lamak risktir, altında kalabilirsiniz. ama mesela metropolis'in çok güzel şarkısı "gel gör beni"ye getirdiği yorum, pearl jam'in "jeremy"si, kurban'ın "misafir"i, ve yavuz çetin'in "her şey biter"i, melis danişmend'in sesinde hakikaten çok ama çok güzel olmuş.

-bu sene yayınlanan nilüfer'in "12 düet" albümü, belki bütünüyle mükemmel bir albüm değil. ama hayko cepkin'in "aşk kitabı", rashit'in "uzak dur ateşimden" ve candaş&cingi&ruacan'ın "unut gitsin", malt'ın "ara sıra bazı bazı" düzenlemeleri ve yorumları çok güzel. tnk'nin "selam söyle" yorumu ise introsu itibariyle biraz muse'u anımsatmakla beraber yine albümde kalbur üstü şarkılardan. ayriyeten; ay lav nilüfer, ay heyt kayahan!

-feridun düzağaç için yapılan "iyilik güzellik spor" isimli tribute albümde de hayko cepkin'in "deli" yorumu ve melis danişmend'in "çok geç" yorumu göze çarpıyor. (al bir melis danişmend daha!)

-neyse'nin kendi adını taşıyan ilk albümü ("hokkabaz", türkçe sözlü rock şarkı nasıl olmalı'nın örneği), kreş'in ikinci albümü "kreş çıplak" ("gül açan dudaklar" hem harika bir şarkı, hem de güzel bir videoya sahip), multitap'ın yeni albümü "özel birisin" (kilit şarkı; "ben anlarım", yine videosu da tatlı olan şarkılardan), gevende'nin yeni albümü "sen balık değilsin ki" (kilit şarkılar; "igloo", "esinti"), ehl-i keyf'in ikinci albümü "hasar tespiti" (başta "gülizar" olmak üzere "onlar", "sarmal" ve "göç"e dikkat), elif çağlar'ın albümü "m-u-s-i-c" (kilit şarkı; "circus love", ama siz albümde olmasa da "you got me" cover'ını da bulun, dinleyin), kül'ün albümü "artık güçler dengede",  ve de ortaçgil'in "sen" albümü (bir "light" değil tabi ama) senenin müstesna albümleri.

-pilli bebek, ankara'nın eski gruplarından. bu sene behzat ç.'nin müziklerini yapmaları nedeniyle yeniden hak ettikleri ilgiyi gördüler ve çok dinlendiler. kısacası bu yıl behzat ç.'nin olduğu kadar pilli bebek'in de yılı oldu. özellikle "olsun"un akustik versiyonu unutulacak şarkı değildir.

-kaybedenler kulübü'nün soundtrack albümü de yılın kayda değer çalışmalarından. erdem tarabuş&can gox ürünü albümde ayrıca "ballad of the rock'n roll loser" gibi klasikler de var. can gox&gülce duru yorumu "my woman" ve can gox'un "wrong side of the road" yorumu çok iyi.

-2011'den bahsedip "büyük ev ablukada"yı anmamak, 1986 dünya kupası hakkında konuşurken diego maradona'dan söz etmemekle eşdeğerdir. daha önce de blogda yazmıştım haklarında. albümleri falan yok henüz, çıkarırlar mı o da meçhul. sevenleri onlara internetteki konser kayıtlarından, radyo kayıtlarından, myspace sayfalarından ulaşıyor. çok sağlam bir kitleye şimdiden sahipler. hemşehrim oldukları için torpil geçiyor değilim, ama bu yıl alttan alta en çok büyüyen grup bence. şarkı sözleri ayrı güzel; "karanlık artık hurda bir eşyadır ve en güzel yerinde durur evin" gibi mesela.. "en güzel yerinde evin", "takıl yani takmıyo belli", "bil", "tayyar ahmet'in sonsuz sayılı günleri" çok güzel şarkılar. izmir konserlerini kaçırdım, artık gidip istanbul'da izlemek farz oldu!

-halil sezai denilen arkadaştan ben bişey anlamadım, "incirli bişey" diye bi filmle çıkış yapan bu er kişiyi "isyeeaannn" diye bağırırken duydum bi şarkısında, bana yetti. hazır teoman müziği bıraktı diye sevinirken yeni bir azabımız var artık sanırım! azap demişken ferhat göçer de geçen gün "wish you were here" söylemiş. nedir arkadaşım bu pink floyd'un türk popçulardan çektiği? serdar ortaç'ın "daktır daktır in dı klasrum" (daktır ne arar la klasrum'da?) travmasının yaralarını toplumca atlatamamışken şimdi de ferhat!.. neyse bişey demiyorum, allah onların ömürlerinden alıp roger waters'a versin!

-"seni öldürmeyen şey, güçlendirir" sözü bu sene en çok ibrahim tatlıses için söylenebilir sanırım. sonuçta kaleşnikof'un öldüremediği bir insandan bahsediyoruz. allah korudu. ibo'nun "yalnızım"ı olmazsa alkol masaları öksüz kalır, diğer başka her şeyi bir tarafa ama sesini severim kendisinin. bu seneyi malum olay nedeniyle tedavi ile geçirdi diye kendisine sırt çevirip burhan çaçan fanı olacak değiliz! (bu arada burhan çaçan'ın liselim şarkısı baya baya pedofilik belirtiler barındırmıyor mu? 40 küsür yaşında bıyıklı adamsın, liseliymiş, kısacık etekliymiş, sapık mısın olm?!) senenin "hayatta kalanı" ibo'ya geçmiş olsun tekrar.

2011 budur.. daha da hakkında yazmam! (çay da bitti zaten!)

ortaokul tarih kitabı insanları

bir insan kendisine en fazla ne kadar kötülük edebilir? kendisine verebileceği zararın sınırı var mıdır? hiçbir konuda sınırları zorlayabilen birisi değilim, kendime zarar vermek konusunda da öyle, maksimum derecem şu; yirmi dakikadır "arka sokaklar" izliyorum. iyilik timsali kahraman polisimiz kötü adamlara karşı.. yersen! kapatamıyorum da, o derece kötü ki insan merak ediyor dandiklik skalasını daha ne derece indirebilirler diye! utanıyorsun ama bırakamıyorsun yani. az önce arayan anneme telefonu "efendim rıza baba" diye açınca durumun vehametini iyice anladım!

"televizyon insanı aptallaştırır" derler ya, yalan! televizyon değil, izlediklerimiz aptallaştırır. bunun yanında dinlediklerimiz, okuduklarımız.. ama sadece bunlar değil, aynı zamanda okumadıklarımız, dinlemediklerimiz, izlemediklerimiz de!

karışık mı oldu? aynı örnek üzerinden anlatayım. arka sokaklar'ı izlediğinizde dizinin gerçekliğine dair koşulsuz bir inanç duyarsanız eğer, mağdur olduğunuzda polisin şefkatli ellerinde her zaman güvende olacağınızı düşünürsünüz. kimliğiniz yanınızda olmadığı için karakola götürüldüğünüzde darp edilmeyeceğinizi.. sadece bir şeyleri protesto eden bir öğrenci olmanızın işkence sebebi olamayacağını.. farklı bir ırka ve renge sahip olduğunuzda başınıza kötü bir şey gelmeyeceğini.. çünkü bu dizilerde karakolda şiddet gören insanlardan veya festus okey benzeri vakalardan bahsedilmez.

bu polis örneğini sadece girizgah olsun diye verdim. bütününde anlatmak istediğim; insan, dünyaya bakışı, siyasi görüşü ne olursa olsun, gerçeği aramak yerine kendisine sunulan ile yetinirse, ortaokul tarih kitabı kadar tekdüze ve cahil bir insan olarak kalır. sadece iktidar yandaşı medya ile beslenen islamcı muhafazakar da, yılmaz özdil'e kutsal insan muamelesi yapan ulusalcı da eşit derecede bağnazdır gözümde. ve hangisi iktidara gelirse gelsin, resmi söylemlerinde pek de bir şey değişmez aslında; "..polis her zaman dostumuzdur,.. kürt sorunu diye bir şey yoktur,.. kimse düşüncelerinden ötürü cezalandırılmamıştır,.. 1915'te bu topraklarda kötü şeyler yaşanmamıştır,.." gibi..

herkes istediğine inansın, derdim o değil, ama ön yargılarını kırmadan, sorular sormadan, zahmete girmeden, rahatını bozmadan ve hatta küfre uğramayı göze almadan hakikate ulaşılmaz!

18 Aralık 2011 Pazar

seneyi devirirken - vol.1

2011'in de dibine vurduk, -ki hakikaten defolsun gitsin, bu kadar rezil, boktan bir yıl olabilir mi? depremleri, savaşları, ölümleri, tutuklu öğrencileri, gazetecileri, vs. bitmedi..  "akasya durağı" dizisi bile güldüremedi milletin yüzünü, düşünün!

ben de gerek bu genel felaketler, gerekse şahsi sebeplerle hiç ama hiç iyi anmayacağım 2011'i! "kendisinden ne hayır gördük ki müziğinden ne bulalım" başlığı altında 2011'de ne olmuş diye bakarsak, yine birbirinin aynı müzikler, sesler, albümler.. insan bir 1991 senesini düşünmeden edemiyor, zira o sene yayınlanan albümlerden sadece birkaçının ismini zikretsem durum anlaşılır; nevermind, ten, use your illusion, blood sugar sex magik.. şimdi geriye dönüp bakınca "vay be ne yılmış" demiyor mu insan? peki bundan 20 yıl sonra 2011'e dönüp bakanlar kimin albümlerini görecek; lady gaga ve ferhat göçer! allahtan serdar yeni bi yaz albümü yapmadı, o da bir şeydir..

ama güzel şeyler de hiç olmadı değil, -ki işbu yazının amacı da onlar, bi başlayabilsem allah'ın zihniyle! (okuyacaklarınız hevesli bir dinleyicinin tamamen kıçının keyfi olan şahsi yorumlarıdır, beğenirseniz eyvallah, beğenmezseniz çok da fifi! :))

-bi kere 2011'in başlı balına "adele" yılı olduğu kesin.. ingilizler senelerdir olağan üstü kadın vokaller çıkarır zaten; jane birkin, marianne faithfull, amy (mekanı cennet), pj harvey, vs.. biz burada sertab'lara, candan erçetin'lere maruz kalırken, adalılara kraliçeler indirilmiş! adaletin bu mu dünya! işte bu familyanın son üyesi adele. ilk albümü 19 ile de dikkat çekmiş ise de açıkçası benim pek radarıma girmemişti. ama bu yıl yayınlanan 21 için ne söylenebilir ki? kesinlikle senenin en iyi sesi ve en iyi albümü, açık ara.. "rolling in the deep" marş oldu zaten, "someone like you" sözleri ve vokali ile tek başına bi şişe şarap içirir.. "rumour has it", "set fire on the rain" başta tüm albüm o kadar iyi ki, robert smith'i kıskandracak "lovesong" yorumu bile arada kaynıyor. bıraksan 3 gün daha yazarım adele'i, bırakma o yüzden! 10 numara 5 yıldız..

-foo fighters ve dave grohl'u ne kadar sevdiğimi ayrı bir yazıda daha önce yazmıştım (bkz: arşiv, link kopyalatmayın şimdi bana). wasting light cayır cayır bir rock albümü. "dear rosemary" gibi bi şarkı yapan adam, çok hayır duası almıştır bence. sert ve melodik. sene boyunca ipod'umda döndü durdu bu albüm, daha da doymadım. bi türkiye konserinin vaktidir artık!

-pj harvey'in "let england shake" albümü, the decemberists'in "the king is dead" albümü (down by the water mükemmel şarkı), red hot chilli peppers'ın "i'm with you" albümü (monarchy of roses, eski dönem rhcp şarkıları gibi) senenin kalbur üstü çalışmaları. (red hot'ın 2012'de istanbul'da olacağı söyleniyor)

-bi de bu sene çıkış yapanlar var; biri lana del rey.. amerikalı bu kızımızın an itibariyle henüz yayınlanmış bir albümü bile yok! 2012'nin ocak ayında çıkacak ilk albümünün önden gelen ilk iki single'ı dünyada lana salgını çıkmasına yetti.. "video games" (patırtıyı koparan şarkı) ve taze gelen "born to day" (videosu david lynch filmleri gibi) olağan üstü iki şarkı.. 2011 nasıl adele yılı olduysa 2012'de de bu hanım kızımızı konuşacağız.

-bir diğeri de selah sue. kendisini yakın zamana kadar tanımaz bilmezdim, ilk ayşe'nin blogu (aysekavas.blogspot.com) vesile oldu tanışmama. daha sonra araştırdım, dinledim. adını taşıyan ilk albümünü henüz bu yıl çıkartmış olan bu 89 doğumlu belçikalı'ya kanım ısındı. amy ekolünden sanki.. "crazy vibes" ve cee lo green'e eşlik ettiği "please" nadide eserler. "ain't no sunshine" yorumunu da bulun, dinleyin.

-şöyle bi baktım da 2011 kadın solist anlamında sağlam mahsul vermiş. ama giderken de en iyisini götürmüş.. amy winehouse'un gidişi 2011'in en büyük kaybı. "back to black" dünya durdukça dinlenecek bir albüm, ölümü sonrasında yayınlanan ve tony bennett ile düeti "body and soul"u da içeren son albümü "lioness:hidden treasures" da müteveffayı anmamıza vesile..

-lou reed ile metallica'nın birlikte bir albüm hazırladığını duyan her fani "aha, nasıl olacak bakalım?" diye bi heyecan duyar.. çünkü isimler boru değil, müzikleri arasında ise alaka yok, nasıl olacak diye bekledi herkes. ve sorunun cevabı bir süre önce belli oldu; tam bir ucube! "lulu" isimli albüm hakkında daha insaflı bir yorum yapmaya çalışıyorum ama olmuyor. hakikaten lou reed'in yaşlılığı, lars ulrich'in de para gözlüğü çekilmiyormuş!  allah'tan o kadar dalga geçildi ki bu albümle, bi yenisini yapmaya cesaret edemezler.

-bu yıl yayınlanan cameron crowe'un "pearl jam twenty" belgeselini son derece hissi duygularla izledim.. 90'lar seattle, grunge, pearl jam, eddie, nirvana, cobain, chris cornell, neil young, vs. hepsine dokunulmuş. vedder ile cobain'i sarmaş dolaş izlerken "vay be" dedim. adeta bir dönem tasviri. daha erken doğsaydım gençliğimi 80'lerde manchester'de, 90'larda seattle'da geçirmek isterdim. bu dileğimin 90'lar kısmının nedenini bu nadide döküman veriyor. izleyin, izlettirin!

-peki elin ecnebilerinde böyleyken, bizim diyarda neler oldu 2011'de, onu da bi sonraki yazıda yazayım, zira karnım acıktı, bi de "mahmut tuncer şov" başlıyor, ben kaçar panpalar..