3 Temmuz 2012 Salı

ölürgezer

"44 yaşında olmanın iyi tarafı nedir, bunu en iyi 45 yaşındakiler bilir" demişti cemil kabaş.. cemil kabaş dediğime bakmayın, feysbuk'da ergenlerin duvarlarında lakırdıları dolaşan afili bir yazar değil kendisi, bizim alt sokakta büfesi olan cemil abi. o lafı da bana demişti zaten. 45 yaşına girdiği gün "abi ne fark eder artık bu yaştan sonra, ha 1 eksik ha 1 fazla" demiştim kısa winston'la para üzerini alırken, ona cevaben söylemişti. 10 yıl kadar önce..

10 yıl kadar sonra.. 45 yaşındayım. geriye bakınca 44 yaşımın da pek hayrını görmedim açıkçası. yapayalnız geçti, bir önceki yıl ve daha önceki gibi. yanlışsın cemil! her boku bilen bir modern dünya dervişi olduğunu sanıyorsun ama üzgünüm, çakma aforizmaların ve sigaradan sararmış bıyıklarınla en fazla bir ayı balığı kadar derviş olabilirsin!

evliyim ve bildiğim kadarıyla 2 kızım var. (yalnızlık hafızayı da köreltiyor bazen)  karımla bir arada değiliz uzun zamandır. pek sık görüştüğümüz de söylenemez. bazı şeyler yıllar içinde eski sıcaklığında kalmıyor. sarkıyor, esniyor. telefon telleri gibi.. ama boşanmayı düşünmedik hiç. hayat boyu mutlu olacaksın diye bir şey yok. tutku da bi yere kadar, neticede yaşadığımız hayat bir dondurma reklamı değil! ne diyordum, evet karım.. arada sırada görüşürüz, daha doğrusu her defasında o gelir. her geldiğinde de farklıdır, bazen susar, bazen avaz avaz bağırır, bazen ağlar, bazen neşesi yerindedir, bişeyler anlatır, kızları çekiştirir, vs vs. ben genelde dinlerim. hiçbir zaman çenemle tanınan bir adam olmadım zaten, ama son zamanlarda suskunluğumla da kendi sınırlarımı zorluyorum. sesim içime çekildi sanki.


mutlu olduğum zamanları hatırlamaya çalışıyorum, asırlar önceymiş gibi geliyor. halbuki birkaç sene öncesine kadar keyfim yerinde sayılırdı. hayatımın orta yerine düşen o küllükten önce. kirli bir araç küllüğü ve çekilmemiş bir el freni nelere mal oluyor, düşündükçe çıldırasım, sonra da durumun abukluğuna gülesim geliyor.

aslında düşününce çok komik bir şekilde öldüm ben. ölürken kameraya çekilmiş olsaydım eğer, hani şu komik kaza videolarını gösteren programlar var ya, -kayarken düşen patenciler, havuza atlarken tramplene vuran, artistlik yaparken bisikletten düşen salakların olduğu-, işte benim ölüm videom da orada oynardı, o derece. kahvaltımı bitirmiş, hatta keyif çayımı da içmiş evden çıkmıştım. muayenesi gelen ve yıllık kaskosunu henüz ödemediğim palio'mun direksiyonuna geçtim, motoru çalıştırdım, el frenini indirdim, ayağım frende, garajdan yola doğru geri geri inmeye başlayacaktım ki küllüğün dolu olduğunu gördüm. bir elimle küllüğü aldım, diğer elim direksiyonda, araba tümsekten geri gitmesin diye ayağımı frene sabitledim, küllüğü dökmek için kapıyı açtım, küller arabaya doğru uçmasın diye iyice eğildim, küllüğü silkeledim, ama dibinde inatçı bir izmarit kaldı, düşmüyor! oğlak burcuyum lan ben, benimle mi inatlaşıyorsun?! (aferin!) iyice eğildim, küllüğü ters şekilde aracın altına vurarak düşürmeye çalıştım. (bok var çünkü!) düşmedi şerefsiz izmarit! ben düştüm o düşmedi! eğile eğile dengesini kaybedip duran arabanın sürücü koltuğundan düşebilen ilk insan olmam, belki hayat boyu kendimle dalga geçmek için başkalarına anlatabileceğim bir hikaye olabilirdi. tabi eğer ben düşünce frenden kalkan ayağım nedeniyle kafam geri geri giden arabanın sol ön tekeri altında kalmasaydı! 

elimde olsa cenazemi bile yaptırmazdım. bu şekilde ölmeyi becerebilen bi adam, kendisi için cenaze yapılmasını da hak etmiyor bence. o kadar utanıyordum ki cenaze sırasında, Allah'tan kimse görmedi beni. sanki herkes üzgün maskesi altında içinden gerzekliğime gülüyormuş gibiydi, cemil abi başta! (şerefsiz!)

işte böyle yani.. size tavsiyem o kadar inatçı olmayın, el frenini çekmeden de iş yapmayın.. salak olmayın, salakça ölmeyin! sonra küçük kızınız çok ağlıyor arkanızdan, ben bunu gördüm!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder